- Its like you read my mind! You seem to know so muc...
08.04.18 21:27 - Howdy! I'm at work browsing your blog from my new ...
03.04.18 21:27 - I think this is one of the most vital information ...
03.04.18 02:01 - Incredible points. Sound arguments. Keep up the am...
22.03.18 06:19 - https://www.isvecgundemi.com/egitim-kultur/isvec-i...
25.02.18 13:58
Dilimiz Zazaca
İnsanoğlunun yaşam tarzı kabile hayatı ile başlar. Kabilesinden, yurundan, topraklarından uzak düşen toplum üyesi, kabilesinin, yurdunun dil karekterini de kendisi ile birlikte taşımıştır. Dünyada ki göç (ekonomik, doğal affetler, siyasal) ve sürgün olayları dillerin dağılmasına verilecek en iyi örneklerden biridir. İnsanların anayurtlarından ayrılıp bir bilinmeyene doğru dağılması, bir noktada dilinde yayılması ile eş anlamlıdır.
1813 yılında Thomas Young; "Sansikritçe, Yunanca, Latince, Keltçe, Almanca ve İran dillerinin bir dilden geldiğini" illeri sürmüş ve bu dilleri, "Avrupa-Hind dilleri" olarak adlandırdıktan sonra da, bu dilleri kulananlara da "Ari halkıdır" dimiştir.
Örnek:
Zazaca |
Türkçe |
İngilizce |
İsveççe |
Esto |
Var |
There is |
Est (S. Kıhan) |
Hag, hak |
Yumurta |
Egg |
Ägg (eg) |
Estor, hestor |
At |
Horse |
Häst (hest) |
Nak |
Göbek |
Navel |
Navel |
Por |
Saç |
Hair |
Hår (hor)r |
Sol |
Tuz |
Salt (solt) |
Salt |
Verg |
Kurt |
Wolf (volf) |
Varg |
Va, (tı se va?) |
Ne (Ne dedin?) |
What |
Vad (Vad sa du?) |
Zazaca, Zazalarla birlikte veya Zazalar'dan sonra Dicle ve Fırat nehirleri (eski Mezopotamya) arasına yerleşen halklardan kelimeler ödünç almış veya bu dillerden etkilenmiştir. Örneğin, İranca'dan, Ermenice'den, Hurice'den, Hititçe'den, Sümerce'den, Yunanca'dan, Türkçe'den ve diğer halkların dillerinden bir karışım söz konusudur. Bu halklardan ödünç alınmış olunan bu sözcükler, kelimeler, deyimler günümüz Zazaca'sında vardır ve kullanılmaktadır. Ama; bu, şu anlama gelememelidir ki Zazaca bu dillerin bir diyalekti veya bir lehçesidir. Ki,diller arasındakisözcük ve deyim alış-verişleri diyalekt ya da lehçe olmaya kanıt gösterilemez.
Zaza yerleşim yerlerinin, göçlerin, savaşların, kapitalizasyonların ve ipek yolunun kesiştiği bir nokta olması, Zaza dili üstünde bir değişim yaratmıştır. Ama; hiç bir şekilde Zaza kültürü üstünde köklü bir değişim yaratmamıştır ve kalıcı olmamıştır. Zaza kültürü de, Zaza dili gibi kendini bu fırtınalara karşı engeller kurarak korumuştur ve bu nedenden dolayı da kalıcı bir değişim yaşamamıştır. Avrupa'da yaşayan ve Zazaca'yı şu ya da bu dile kuyruk yapmak isteyen, Zazacayı diğer dillerin diyalekti, lehçesi olarak görmek isteyen bazı ilginç kişiliklerin kendileri, Zaza dilini kültürünü tanımadıklarını yaptıkları teorileri ile ondan oldukça uzak olduklarını gözler önüne sermektedirler.
Eğer gerçekten Zazaca'yı başka bir dilin diyalekti, lehçesi olarak görmek istiyorlarsa, şu gerçeği gözardı etmemeleri gerekmektedir. Konuyu inceler ve farklılıklarını, benzerliklerini ciddiye aldıklarında göreceklerdir ki, Zazaca dili Farsça'ya bir çok dilden daha yakındır (İrani dil gurubundan olmasından dolayı). Farsça'nın diyalektidir deseler, daha mantıklı olmaz mı? Ama; şunu unutmamak gerekiyor ki her şey tarihsel veri, bilimsel belgelerle kanıtlanmalıdır. Hind-Avrupa dilbilimcileri eserleri ile Zazaca'nın en eski dillerden bir dil olduğunu illeri sürmüşler ve kanıtlamışlardır. Oskar Mann'ın, Karl Hadank'ın, CI.J.Rich'in, A.V.Le Coq'un, Peter Lerch'in v.b araştırmacıların yapıtları incelendiğinde Zazaca'nın kendi başına bir dil olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
"Encyclopedia of Langauges and Linguistics" (Dil ve lingvistik ansklopetisi) adlı on ciltlik bu yapıttın 4780'inci sayfasında "Turkey; Langauge Situation" (Türkiye; Dil sorunu) başlığı altında şunlar yazılmış; "The langauges spoken in Turkey are Turkish, Kurdish (Kurmanchi), ZAZA, Cherkess, Ayhbas, Laz, Georgian, Arabic, Armenian e.t.c" (Türkiye'de konuşulan diller; Türkçe, Kürtçe (Kürmanci), Zazaca, Çerkezce, Abkasça, Lazca, Gürcüce, Arapça, Ermenice v.d) Aynı kitabın aynı sayfasında bunlarda yazılmakta; "Turkish is spoken throughout the country. Kurdish, with its dialects, and ZAZA are spoken mainly in eastern and southeastern Anatolia" (Türkçe dili tüm Türkiye'de kulanılmaktadır. Kürtçe ve diyalektleri ve Zazaca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde konuşulmaktadır.) Aynı kitapta şunlar da kaleme alınmakta; Şehir yerleşim birimleri dışında, köylerde yaşıyan yerli halk arasında Zazaca veya Kürtçe kulanılmaktadır ve bunlar sadece bir dili kulanabilmektedirler. Yani ya Zazaca, ya da Kürtçe konuşabilmektedirler. Eger bu kitabın "İçindekiler" kısmına bakılırsa "Zaza" bakınız "Dımli" yazar ve Dımli içinde şu yazılmaktadır; "Dımli, Hind-Ari, İrani veya Hind-Avrupa dillerindendir." Yani burada Zazaca'nın Türkçe, Ermenice, Farsaça, Asurca, Arapça ve de Kürtçe'nin bir lehçesi, diyalekti olduğunu ileri sürmedikleri gibi Zazaca'dan söz ederken Zaza dili diye konu edilir.
Avrupa'lı dilbilimciler, yazarlar bu terimleri kulanıyorlar diye biz de öyle diyoruz, gibi bir kanı kimsede doğmasın. Zaten öyle uzun yolları arşınlamaya gerek yok. Burnumuzun dibindeki halkımıza gidip baktığımız ve "diyalekt, lehçe" terimini halkımıza yöneltiğimiz zaman, alacağımız cevabın çok ilginç olacağını hemen belirtmek isterim. Bir Zaza ya şu soruyu yönelttiğimiz zaman;
"-Tı bı kamcin lehçeya qısey kenê/kena?
(-Hangi leçeyle konuşuyorsunuz?)" O Zaza'nın ilk tepkisi size bakıp gülmek olacaktır ve sonra da şu soruyu sormadanda edemiyecektir;
"-Lehçe çıçi yo? (-Lehçe nedir?)". Ama; sorunuzu değiştirip, şu şekilde sorarsanız;
"-Tı bı kamcin zıwana qisey kenê/kena? (-Hangi dilli konuşuyorsunuz?)" sorusunu o Zaza'ya yönelttiğiniz soruya karşılık alacağınız yanıt şu olacaktır;
"-Ez bı zıwanê Zazaki qısey kena. (-Zazaca diliyle konuşuyorum.)" Bunu ben kendim deneyerek yaşadım ve "lehçe" dediğimde, soruyu yönelttiğim yaşlı Zaza amca ve teyzenin o güzelim kahkahaları kulaklarımı çınlattı, bugün hala unutmuş değilim. Anadili veya babadili Zazaca olanlar gidip "diyalekt, lehçe"nin ne olduğunu Zazaca yı bilen büyüklerinden sorsunlar. Tabiî malupulasyon yapmadan, (büyüklerini cahilikle suçlamadan, 'okuma-yazma bilmiyor' ile küçümsemeden yöneltsinler sorularını). Bakalım "aydın", okuma-yazma bilen "entellektüellerimizin" alacağı yanıt ne olacaktır?
Dil: İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları anlaşma ve Stalinist teoriyi göz önüne alarak açıklarsak, şu şekilde yorumlayabiliriz; Ortak dil halk olmanın şartlarından biridir. Yani ülke sahibi olan bir halk, devlet sahibi olan bir halk, aynı zamanda ortak bir dile de sahiptir.
Diyalekt: Yanlızca bir bölgeye ait olan ve bir bölgede konuşulan, yapı olarak ana dilinden değişik özellik göstermeyen yanlızca söyleyiş tarzında bir değişiklik gösteren, yapı olarak bağlı olduğu anadile lokal bir yapı kazandırana denir. Yani lokal dillerin adlandırılması, diyalekt/lehçe olarak gündemleşmektedir. Örneğin; İsveç dili ve Norveç dili birbirlerine o kadar yakındırlar ki, bu dillere iki dil demek insanın çok tuhafına gidiyor. Bu iki dile aynı dil demek daha uygun olur bence. Ama; İsveçliler, Norveççe için diyalektimizdir, demiyorlar. Norveççe tabirini kulanmayı daha uygun buluyorlar (Norveçliler de İsveççe için öyle bir tabir kulanmıyorlar).
Başka bir örnek verecek olursam; Finceyi (Finlandiyaca) örnek verebilirim. Finliler, Letonyaca, Estonyaca için diyalektimizdir demiyorlar. Aksine Lentonyaca, Estonyaca dilleri diyorlar (ki, bu diller Finceye çok yakın dillerdir). Tabiî bu da devlet olmanın vermiş olduğu avantajlardan biridir.
Konuyu çok basitleştirerek anlatmaya çalışırsam benim için ise dil, şudur diyebilirim (bugüne kadar bizlere dayatılan ve kabullendirilmeye çalışılan resmi görüşlerden çıkarmış sonuca göre):
Dil: Devleti, Bayrağı (veya vardır ama; resmi değildir) ve askeri olan halkların kulandığı ifade yapısına dil denir.
Diyalekt: Devleti, bayrağı ve askeri olmayan halkların kulandığı dil diyalektir. Bu 'espiriyi' yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
İlginç bir açıklama tarzı ama; günümüz gerçeğine çok yakın olan bir yorum şekli. Dolaysıyla bu gibi şeyleri yazdığımda, okuduğumda kendimi eski devirlere dalıp gitmekten men edemiyorum. Rönensanstan, Avrupa'da ki aydınlanma döneminden önce ki zaman diliminde buluveriyorum kendimi. 1500 yıllarında Kopernikus (1473-1543) "Güneş sistemi" üstüne teorisini yazıp açıkladığında, tüm dünyayı, kiliseyi ve papazları kendi karşısına aldı. Kopernikus'un ileri sürdüğü düşünceleri sadece şuydu; "Dünya yerinde sabit değildir. Aksine dünya hem kendi yörüngesinde (çevresinde), hemde güneş'in yörüngesinde dönmektedir. Güneş'in yörüngesinde dönmesi bir yıl gibi bir zamanı almaktadır." Kopernikus ta, Galieo gibi papazlardan, kiliseden ve gericilerden hakına düşeni almıştır... Kopernikus'tan sonra Galileo Galilei (1564-1642) deney ve gözlemleriyle aydınlanma dönemine kendini adamıştır. Deneylerinin ağırlık noktası ise; "Dinamik" olmuştur. Kopernikus ve Galileo kendilerini gerici kilisenin Enginisizyon mahkemelerinin pençesinden kurtarmışlardır. Onların kaderi Giordano Bruno'nunkine benzemmemiştir. Giordano Bruno yedi yılık bir ceza dönemindenden sonra canlı-canlı yakılmıştır. 1835 yıllına kadar "dünya dönüyor" diye yazan tüm kitapların dağıtımı, basımı yasak ve varolanlar da yakılma kararına tabiydiler. Kilise bu düşünceleri 200 yıl boyunca yasakladı, inkar etti
"İnsanoğlu düşündükçe özgürdür, veya özgürleşebilir" diyor, Albert Bayet. Ne güzel bir yorum. İnsanoğlu özgür düşünüp özgürce ürettemediği ve bu yeni özgür düşüncelerinden yeni teoriler yaratamadığı sürece özgür değildir. Onun içindir ki; yeni ve özgür düşünceler serbestçe söylenmeli, tartışmalara açılmalıdır. Neyin yanlış, neyin doğru olduğu ancak o zaman kesinleşir. Birde yanlış, doğru var mıdır? Yok mudur? Hayır, yanlış ve doğru olayı yoktur. Bu konuda hem J.P.Satre'ye hemde Shakespeare'ye katılıyorum. "Yanlış ve doğru yoktur. Benim için yanlış olan bir şey başkası için doğru olabilir. Benim için doğru olan bir şey başkası için yanlış olabilir" Eğer bu önermeyi kabul edersek, oturup biribirimizi anlamaya çalışarak tartışmalarımızı sürdürebiliriz. Çamur atmakla, anlamsız yorumlamalar, boş konuşmalar ve asılsız suçlamalarla bir insan yanlızca kendi cahil iç dünyasını gözler önüne serer. Kitap okumakla, belli kurum ve kuruluşlarda belli bir yere gelmekle/sahip olmakla aydın olunmuyor. Aydın olmanın kıstasları bana göre, çok daha kapsamlı ve kavramı daha genişçedir. Aydın/entellektüel olmak; cesaretle yenilikçi düşünceleri açıklamak, konudan habersiz ya da habersiz kitlelere konuyu korkusuzca götürmek, bilgilendirmek ve düşüncelerini savunmakla olur. Herşeye "evet" demek ve kuyrukçuluk yapmak, mevki hastalığına kapılmakla kişi aydın olmuyor.
Biz, kimsenin korkudan söyleyemediği düşünceleri söylemeye/anlatmaya çalışıyoruz. Gecelerin o karanlık ihanet kokan boşluğundan, baskının sümürücü pençesinden, duman ve sisin içinden düşüncelerimizi, kökümüzün bağlı olduğu temelleri gözler önüne sereceğiz. Bu da bilinçli, uzman çalışmayla ancak gerçekleştirilebilinir.
1210 yıllarında Aristoteles'in düşünceleri yasaklanmıştı/yasaktı. Bu düşünürün yazılarını, kitaplarını okuyanlar ölümle ödüllendiriliyorlardı. Ama; bu sure zarfında olan neydi, neler olmuştu? Hangi değişimler yaşandı? Aristoteles, Galileo, Kopernikus, Copernic, Nicolas d'Autrecourt, Civan Aucassin, Michel Servet. Giordano Bruno'ların düşünce ve görüşleri ortadan kaldırılabildi mi? (Ki, Michel Servet ve Giordano Bruno düşüncelrinden dolayı ateşte yakıldılar) Hayır. Baskı ve işkence ile insanoğlunun düşünceleri mi değişti? Bu düşünürlere şeytanın kulları (moderin littertürde "hayin, ihanetçi"), cahiller denilmiyor muydu? Evet şimdi sormanın tam da sırasıdır diye düşünüyorum:
Evet efendim ne oldu? Tarih kimi yarğılıyor bugün? Genç şövalye La Barne kilisenin izniyle öldürüldü. Suçu mu neydi? Cevabını isterseniz yine biz verelim. Suçu; kilisenin yasak etmiş olduğu bir kitap olan "Felsefe sözlüğü"nü okumuş olmasıydı. peki bu genç şövalyenin başına geleni biliyormusunuz? Önce dili, sonra kafası kesilip ateşe atılıyor. Suçu "Felsefe sözlüğü"nü okumak. Evet kitap akumak.
Bakınız Avrupa'lı bazı aydın düşünürler ne diyorlar;
Montesquieu; "Gerici düşünce, geri zekalılıktır"
Voltaire; "Gerici düşünce, dünyayı kanla boyamıştır."
Diderot; "Gerici düşünce, insanın midesini bulandıran şeydir."
Helvetius; "Gerici düşünce, bıçak gibi insanoğlunun başının belasıdır."
"Eğer insanoğlu düşüncelerini açık diyemiyorsa, insanlar arasında özgürlükten söz edilemez." Voltaire. "-Bunları niye yazıyorsun/açıklıyorsun?" diyorsanız, bugün, geçmişte olanların en zalimanesini bulunduğumuz 'modern' çağda yaşıyoruz derim.
Meseleyi ele almamın nedenini sadeleştirmeye çalışayım; tarihte karalama felsefesi sürdürmekle, baskı metodlarının yenilerini denemekle, özgür düşünce öldürülememiştir. Dil, kültür üstüne yaptığımız çalışmalarımız şimdiden bir çok gerici, dar görüşçü çevreyi rahatsız etmiş durumda. Bu rahatsızlıklar hem yazılı, hem de sözlü olarak basına yansımıştır. Şunu belirtmeden edemiyeceğim; bize bu gibi ağır suçlamalarla gelen insanların, önce kendi tarihlerini ve sonrada günümüzde ne yaptıklarını göz önüne almaları gerekiyor kanısındayım. Ağır suçlamalarıyla ancak o zaman bize gelmelerini öneriyorum. Yeri gelmişken tarihten dini bir olayı aktarmak istiyorum. Birgün İsa, bir topluluğun bir kadını taşladığını görür. İsa topluluğa yanaşır ve sorar;
"-Bu bayanı niçin taşlıyorsunuz?" Topluluğun içinden ileri gelenlerden biri, kendinden oldukça emin ve yüksek bir sesle İsa'yı şöyle cevaplar
"-O bayan bir fahişedir. Günahları, suçu çoktur" der. İsa, döner topluluğa ve şöyle hitap eder;
"-İçinizde dürüst, suçu ve günahı olmayan, taşı atan, ilk insan olsun..." der ve bekler. Ama topluluktan ilk taşı attan bir türlü ileri çıkmaz…
Ben buradan, bize çirkin ağır suçlamalarla yönelen insanlara şunu illetmek istiyorum; karanlık güçlerden yardım, maaş aldığımızı ve onlarla birlikte çalıştığımızı dile getirenler dedikodularla iftiralar üreteceğine, basına belgeleriyle veya kaynaklarıyla birlikte açıklamalıdırlar ve açıklasınlar (bu, biz Zaza yurtseverlerinide sevindirecektir). Bir kez daha vurguluyor ve sormak istiyorum; eğer bu iddiaları ileri sürenler bu kadar gizli istihbarat bilgilerini elde edebiliyorlarsa, bunu nasıl ve nereden elde ettiklerini elde ettiklerini açıklayabilirler mi? Ve üstelik, bu bilgileri, "kim" elde edebilirinide sormuyorum, burada da tartışmıyorum. Ancak aklı-selim sahibi birilerinin meselenin üzerinde düşünmelidirler...
Yazan-çizen, konuşan, politika üreten, ya da ürettiklerini iddia eden her insan dediklerinde çok dikkatli olmak zorundadır. Yoksa gereksiz yere kuşku yaratmak, insanların kafasına soru işareti takmak suretiyle provakasiyona yönelmek... PROVAKTÖRLÜKTÜR. Bugün bu soruyu biz sormasak bile, birgün ve mutlaka gelecek nesiller bu soruyu soracaktır... Şunu da düşünmeden insan edemiyor. Bu gibi düşünceleri ileri sürenler olmasın ki kendi pisliklerini ört-bas edebilmek için, bu tür çirkin iddialarını ileri sürmüş olsunlar?! Ayrıca, lütfen ne Zaza halkını, ne Kürt, ne de Türk halkını özgür düşünceye sahip olmayan insanlar yerine koysunlar. Çünkü, halklarımız hala yapılan bazı olumsuzlukları-hakaretleri unutmuş değildir.
Biz, düşünce, siyaset ve tarih geliştiremeyen insanlar değil, aksine uğraşılarımızı belli metodik ve sistemli çalışmalarımızla birlikte halkımızın kimlik arzusunun savunucuları olarak ve demokrat bir perspektifle dünya halklarının sınırsız kardeşliğinin temellerini atabileceğimizin bilincinde olarak, kardeşlik çağrılarımızı yorulmadan tekrarlayaca-ğımızı da belirtmek isterim. Biz de, halkımızın kimlik arzusu ve bu dil teorisi düşüncelerimizle toplum karşısına çıktığımızda, önümüze çıkarılacak engelleri, yani bizi nelerin beklediğini çok iyi biliyorduk. Yazıp-çizdiklerimizin bazı nasyonalist (düşüncelerinde hümanist/ insancıl ve sosyalist) kesimlerin rahatını kaçıracağını da biliyorduk. Zaten halkların kimlik arzusu, diyalekt ve lehçe sorununa ilişkin olarak böylesine 'ilginç' bir politika Ortadoğu devletlerinin sürekli uygalaya geldikleri çirkin bir gelenektir. Türkler, İranlılar, Araplar Kürt dili için hep, "Biz ayrı ayrı halklar değil, tek bir halkız (Türk, Arap, Fars, Kürt v.s). Ayrı bir dil değil, lehçemizdir, diyalektimizdir" demiyorlar mı?
Bundan böyle, Ortadoğu devletlerinin ugulamış ve uygulaya geldikleri zulüm politikalarının bilincinde olarak bu çirkin oyunun birer figuranları olmayacağız. Ve bu oyunlarına da gelmeyeceğiz Evet baylar, bizlerde akıllandık artık... Çünkü, artık biliyoruz ki bizim hakkımızda yazılarını kaleme alanlar, sümürgeci kültür sahibi öğretmenlerinden aldıkları dersi can-kulağıyla dinledikleri, dolaysıyla egemen devletlerin sömürgeci politikalarının muntazam bir izleyicileridirler. Tutum ve davranışlarıyla bu konuda oldukça net olduklarını her hal-û karda gözler önüne gururla seriyorlar BRAVO…
"Niçin yaşadığını bilen, nasıl yaşayacağınıda bilir." diyor Nietzche. Günümüzde, tüm kıtalar ve adalarda 6000'e yakın dil kulanılmaktadır. Bunlardan sadece 600'e yakını yok olma tehlikesini aşmıştır; ve bu şekilde dünya dilleri arasında yerlerini perçinleştirmişlerdir. Alaska'da ki Fairbanks Üniversitesi dilbilimcilerinden (lingivist) Michael Kraus'un 06.01.1996'da New Scientist dergisinde yayınlanan makalesinde yukarda bahis konusu olan olgular tartışma götürmez bir açıklıkla vurgulanmış olup, bilimsel verilerle güçlendirilmiştir.
Var olan dillerden bir çoğu nüfus sayısı yok denecek kadar az topluluklardan tarafından kulanılmaktadır. Bir çok dilde, yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Dünyanın en ufak dili Aorecedir (AORE). Bu dil, Ölü deniz kıyılarındaki Öre Vanvata Cuhuriyetin'de yanlızca bir kişi tarafından kulanılmaktadır.
Bir çok dil yok olurken, bunun yanında bir çok dilde kendini yenilemektedir. Bu kendini, yeniden yenileme süreci çoğu kez bilim ve tekniğin gelişmesiyle yakından ilgilidir. Bilim ve tekniğin gelişim göstermesi sadece insanoğlunun günlük yaşantısında değil onun dili üzerinde de bir değişim yaratmaktadır. Yani bilim ve tekniğin gelişmesi ile birlikte bütün dillerde ortak olan bilim ve tekniğin kendisine özgü termonolojisi ortaya çıkar. Bilim ve teknikle birlikte ortaya çıkan bu kelimeler diğer dillerede yansımaktadır. Avrupa'nın bir çok ülkesi, ortak bir dilin yaratılmasını istediklerinden, Avrupa dilleri arasındaki benzerlikleri artırma çabalarını yoğunlaştırmışlardır. Bundan dolayı teknik alanda oluşturulan kelimeler değiştirilmemektedir. Buda kanımca atılmış olan en mantıki adımdır (Ama; dillerin kendi özünü korumasınıda savunmadan edemiyeceğim). Örneğin; Zazaca kalkıp Televizyon'u bewnayox (seyretgeç) Radio'yu da goşdayox (dinlengeç) yapamayız. Yaratılan bu kelimeler suni olduğundan kalıcıda olamazlar ve buna verilecek örnekler binlercedir. Kelimeler kendi öz orjininde geliştikçe daha sağlıklı bir yapı kazanır. Örneğin İsveç dilinde hala korunmakta olan Türkçe "kalabalik, Kiosk (köşk kökenli bir kelime), dolma v.s" özün korunmasına verebileceğim örnekler arasındadır. Çünkü; suni kelimeler cümle içinde anlamsızlık yaratabilecekleri gibi, cümlenin telafüsünde de dengesizlik yaratabilirler. Bu, bir dil için iyi sonuçlar yaratmayan bir gelişmedir. Bundan dolayıda dilin kapısı her zaman diğer dillerden gelebilecek kelimelere açık olmalıdır ("bu vesileyle tüm dillere lehçedir diyebilelim??"). Ki, bir dilden diğer bir dile kelimeler gümrüksüz girebilsin. Bu dilin fakirliği değil aksine dilin zenginleştirilmesidir. Örneğin, İngilizcede yüz değil, binlerce yabancı kelime, isim vardır. Bunlar Latince'den, Grekçe'den (Yunanca), Eski İrlandaca'dan Fıransızca'dan, İspanyolca'dan v.d dillerden "yatay geçiş" yapmışlardır. Bu değişiklik sadece dilde değil, yemek kültüründe ve toplum yaşantısında da kendisini göstermiştir. Dilin gelişmesi taze kanla olur. Bu gelişim anlamını yeni kanın damarlarda süzülmesinde bulur. Halk damarlar, dilde kandır. Kan damarlarda, dilde halk kitlelerinin arasında yaşamını canlılaştırmaktadır. Ondan dolayıdır ki, her insan kendi diliyle düşünmeli, konuşmalı ve okumalıdır. Kendi dilinden utanmak aydın ve halkının kültürel onurundan nasibini almış aklı-selim hiç bir insanın yapabileceği tavır değildir. Kendi dilinden utanan, çocuklarınada bu kara utancı yamalar ve çocukları da bu utançla büyür. Bu terbiyeyle büyüyen çocuklar toplum içerisinde kendilerini yarım-yamalak hisederler. Tabiî ki bu hata çocukların değil ebeveyinleridir. Ana dili Zazaca olan ailelerde Zazaca değilde başka bir dil okutulup, yazdırılıp öğretiliyorsa bu düpedüz kökünü inkar etme ve özünü pazarlama olayıdır. Bunun adı kendi ana diline ve kendi özüne yabancılaşmaktır. Başka bir deyimle saygısızlıktır.
Avrupa'da her dilin, lehçenin okularda okutulma ve öğretilme hakı vardır. Çocuklarının ana dilleri ile eğitim görmesini isteyen aileler çocuklarını ana dil eğitimine göndermektedirler. Eşlerden birinin Avrupa'lı olaması bu kaideyi bozmamaktadır (Zaza ve Avrupa'lı eşlerden olan çocuklar Zazaca ana dil öğretmeni bulunmadığı için, aile büyüklerince çocukların bulundukları ülkenin dilini öğrenmeleri tercih edilmektedir). Burada başka halklardan, başka milletlerden evlenmiş olan tanıdığım bazı Zaza kişiliklerden örnekler vermeyi istiyorum. Bu tanıdıklarımdan biri bir Türk'le, ikincisi bir Zazayla ve üçünsüde bir Kürt'le evli. Türk'le evli olanın evinde Zazaca ve Türkçe konuşulmakta. Yani çocuk babasıyla Zazaca, annesiyle Türkçe konuşmakta. İkinci örnekte çocuklar anne ve babaları ile sürekli Zazaca konuşmakta ve son örnekte de durum biraz farklı, Kürt bayanla evli olanda ise konuşulan dil Kürtçedir. Ayrıca çocuklara okulda öğretilen yazı ve okuma dilide Kürtçedir. Verebileceğim örnekler sadece bunlar değil. Eşlerin her ikisininde Zaza olduğu ama çocukların Zazaca yerine Kürtçe, Türkçe veya Avrupa dillerinden birini kulanması oldukça revaçtadır. Bu kendi dilinden kopuşun bir sonucu olarak, çocuklar ya hiç bir dili tam olarak konuşamamakta veya hepsini yarım yamalak konuşmaktadırlar. Peki çocuklara ne oluyor? Çocuklar hangi kimliğe sahip oluyorlar? Çocuklar hangi ülkenin evlatları (vatandaşları) oluyorlar? Tabiî ki bu soruların cevabını çocuklar verecek değil ya. Ama şu var ki çocuklar piskolojikmen bir baskı altında kalıyorlar ve yalancılık bir savunma aracı olarak devreye geçiyor. Çocuk yalancılığı kalıtım yoluyla değil toplumsal, çevresel baskılardan edinmiş oluyor. Tabiî bu yaratılan değer sadece savunma mekanizmasıdır. Bu çocuklar milletler arasında kimlisizliklerini kavradıkları zaman bir çelişki ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu çelişki çocukta saldırgan, sinirli ve konuşulmaya gelmiyen bir kişilik yaratır ve yaratılabilecek güzelim bir kuşak böylece heba edilir. Buna sebep olan elbette ki Zaza anne ve babalardır. Yazımın girişine neden Nietzsche'nin bu deyimini "Niçin yaşadığını bilen, nasıl yaşayaca-ğınıda bilir." aldığı mı sorabilirsiniz. Almama gerekçe şuydu; Bizden gelecek kuşaklara miras olarak kalan sadece dil ve geride bıraktığımız eserlerimizdir. Eserlerimizden kastım çocuklarımız ve dilimizdeki yazılı dokümanlardır. Bu vesileyle her insan diline sahip çıkmasını bilmeli ve yok olmasını engell-emelidir. Bilindiği gibi günlük konuşma dili 300-500 kelimeyi geçmemektedir. Bunu gelecek kuşaklarımı-za ögretmek kanımca zor olmamalı. Çocuklarınıza köklerini tanımasını sağlayın onlara milletler ve halklar arasında bir ulusal kimlik ve gelecek kazan-dırın. Zaza dili ve lehçelerini birbirine kaynaştırın ve çocuklarınızın Zaza çocukları ile tanışmasını sağla-yın. Bugünden çocuklarınıza yapacağınız ulusal yatırım, geleceğe dönük yapılmış en mantıklı, en kazançlı yatırımdır. Bu yazdıklarımda milliyetçilik yaptığımı sananlar olabilir veya beni milliyetçilikle suçlayabilirler. Ben bu düşünceye hiç bir şekilde katılmıyorum. Yeri gelmişken burada büyük düşünür Bertrand Russell'den bir alıntı yapmayı daha uygun görüyorum. Bu alıntı kendisine Woodrow Wyatt tarafından yöneltilmiş bir soruya Bertrand Russell'in vermiş olduğu cevaptır.
Wyatt - Sizce milliyetçilik iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?
Russell- Milliyetçiliğin Kültür ve politika yönlerini birbirinden ayırmak gerekir. Kültür bakımından bugünkü dünyanın içinde bulunduğu tekrenklilik oldukça tatsız bir şeydir...............Edebiyatta, sanatta, dilde ve her türlü kültür işlerinde degişikliği sürdürmek için milliyetçilik istenebilir. Ama, politika yönünden alırsanız, milliyetçiliğin kötü bir şey olduğu su götürmez. Milliyetçi politikayı iyi gösterecek tek şey bulunabileceğini sanmıyorum.
Milliyetçilik, bizim en doğal olan meşru haklarımızı, kimlik hakımızı savunmamızda değil aksine kimlik ve meşru haklarımızın inkar edilmesinde aranmalıdır.
Şimdi de "diyalektimizle" diğer "DİYALEKTLERİ" (hata dilimizi "lehçe" olarak görenlerin de anlaması bakımından) birkaç örnekle karşılaştıralım. Ve varsa benzerliklerini, farklılıklarını hep birlikte görelim.
Sözlük
|
Türkçe |
Zazaca |
Kürtçe |
Gramer yapısı
Cümle Yapısı |
Vıraştena rıstan Bı êşanê to ya Çıçi wanenê? Dıropê goni ya to ra Enbazan ra Êy /ay bıtırawı! Ez koyan ser ra yena war. Şıma amey? Şımayê çıçi wenê? Şımayê şınê koti? Şınê koti? Goniya mı kerdı germ Ma yê şırê. Nıka ra O kamo yeno? Pay şi Pê dı Piyê to seken o? Sayer Sekenê? Seninê? Tı yê koti ra yenê? To hetı Vamer Xalkêyna Zekı ma va Zeki ra İna ra İna yê sekenê? Ez vêyşan niya. |
Çêkirina hevokan Tev êşa te Çı dıxwini? Dilopekî ji xwîna te Jı hevalan Wîya dızi bike! Ez jı serê çiyan tême xwar. Hûn hatın? Hûn çı dıxwın? Hûn dıçın ku? Dı çi ku? Xwîna min germ kir Em ê herın. Ji nuha ve (ji ana) Ew kîye tê Bi pê çû Bı hevra Bavê te çı dıke? Dara sêva Çı dıki? Çawayi? Tu jı ku tê? Cem te Dara behiva Qizxal Wek min got Jı Zeki Jı wana Ew çi dikin? Ez ne birçîme. |
Not: Aşağıda Kürtçe'de, Türkçe'de ve dilimizde tabiata ki canlıları, insan vücudunun organlarını, akrabalık adlandırmalarını olduğu gibi aktarıyorum. Çünkü; bu kelimeler ve cümleler dillerin kökenini oluşturuyorlar. Dilbilimciler, dil tezlerini hazırlarken, dilin yapısını oluşturan bu sözcükleride temel alıp dilleri, diyalektleri ve lehçeleri belirlemektedirler. |
Mevsimler
Kış |
Zımıstan |
Zivistan |
Vücudumuzun organları
Ter |
Arıq |
Xuydan |
Günün vakitleri
Şafak |
Sodır |
Berbang, Şefeq |
Gök cismleri
Güneş |
Tiji |
Ro, tav |
Meyveler, sebzeler ve naturel isimler
Dağ |
Ko |
Çîya |
Akrabalık
Baba |
Pi |
Bav |
Hayvanlar
Tavşan |
Arwêş |
Keroşk |
© Faruk İremet, Eylül 1996
ISBN: 91 - 97 20 69 – 8 – 9
İremet Yayınları
Kapak: Baba Qef
Yorumlar
Thank you for all beautiful, supportive and stimulating words. Glad you got what you wanted.
Sincerely
Faruk iremet
You certainly realize how to bring a problem to light and make it important.
More people have to look at this and understand this side of your story.
I was surprised you are not more popular given that you
certainly possess the gift.
amazing article.
and in accession capital to assert that I acquire actually enjoyed account your blog posts.
Any way I'll be subscribing to your augment and even I achievement
you access consistently quickly.
Tum guzel yazilarinizdan dolayi sizi kutlarim.Yazilarinizin devamini beklerim.Coktandir yeni yazilarinizi göremiyorum.sevgi,saygi ve dostca.
Cengiz
Merhaba Cengiz bey
Tüm güzel sözlerinizden dolayı size dostça selam ve saygılarımı gönderiyorum.
Kalın hep dostça
Faruk İremet
Merhaba tek Zaza,
Burda sana yanıt veren bir Zaza daha var. Sizde var olun, mutlu olun ve bizimle olun. Dostça kalın sevgili Tek Zaza.
Kalin hep dostca
Faruk iremet
Ayni IP'den gönderilen tum guzel sözleriniz icin "size" tesekkurlerimi iletiyorum. Kalin saglicakla ve dostca.
faruk iremet
RSS beslemesi, bu iletideki yorumlar için